Küçüktüm, zaten herşey küçükken başlıyor. Bugünün rengi zannettiklerimizin kaba boyaları geçmişte atılmış oluyor.
Küçüktüm, evimiz sessiz olurdu genelde. Annemle babam pek konuşmazlardı. İkisi de kekemeydi, bu yüzden uygun görülmüşler birbirlerine. Ne ilk ne de sonraki görüşmelerinde pek bir şey konuşmuşlar, aylarca mektuplaşmışlar. O günlerde buluşup da bir masa başında oturduklarında mektupların cümleleri de onların sessizliğine eşlik eder, masadaki üçüncü kişi olurmuş.
Ben dört yaşında konuşmaya başlamışım, kreşe gittikten sonra. Ama ben de kekeliyordum. Benim için başka bir konuşma biçimi yoktu çünkü. İnsanlar konuşurken bir otobanın ortasında kalmışım da sağımdan solumdan iki yüz kilometre hızla arabalar vızır vızır geçermiş gibi hissederdim. Sohbete dahil olmak için derin bir nefes alıp o yola çıktığım her seferinde yarı yolda kalırdım. Bazen cümlemi bitirmem için sabredemezdi insanlar, tahmin yeteneklerini kullanıp tamamlarlardı cümlemi. Çoğu zaman yanlış tahmin ederlerdi. Ama ben hiç renk vermez, doğru bilmişler gibi gülümserdim. Bazen düşünüyorum, heceleri kelimelere, kelimeleri cümlelere katıp gürül gürül konuşanlar da anlaşılamamaktan şikayet ediyorlar. Hangi insan daha iyi hisseder acaba? Ağzından hiç çıkamayan sözlerle mi yanlış anlaşılan, tüm ruhunu dilinden akıtıp da mı yanlış anlaşılan…
Küçüktüm, konuşmaya başlayınca ağzımdan çıkan heceleri boncuk gibi saniyelere dizerdim. Günün sonunda boncukların ipini çekip koparan biri mutlaka çıkardı. Alay ederdi arkadaşlarım benimle. Canım çok yanardı. Eve geldiğimde pes etmeden dakikalarca anlatırdım yaşadıklarımı. Annem beni konuşarak teselli etmeyi denerdi, başaramazdı. Şefkatli kollarıyla beni sarmalar, okşardı. Sevmek için, birine destek vermek için dile ihtiyacımız olmadığını öğrendim ben doğduğum evde.
Küçüktüm, evin dışındaki dünya diğer çocuklara göre iki kat korkunç gelirdi bana. Bir yanıyla sakat bir çocuktum, sesim soluğum kırıktı benim. Elimden tutacak birine ihtiyacım vardı. İlkokul öğretmenim oldu o kişi. Bana şarkı söylemeyi öğretti. Bilirsiniz, kekemeler şarkı söylerken kekelemezler. O günden sonra ben derslerde hep melodi ile konuştum. İlk zamanlar sesimi bastıran kahkahalar, öğretmenim elimi daha da sıkı tuttukça son buldu bir süre sonra. Annemle babama da öğrettim böyle konuşmayı.
Şimdi on yedi yaşındayım. Yıllardır bizim evden nağmeler eksik olmaz. Üçümüz de akşama kadar şakırız bülbül gibi. Kargocuya teşekkür ederken de, sofrada tuzu isterken de, komşuya iyi günler dilerken de bir melodi sereriz cümlelerimizin altına.